Akdeniz, okyanusların ve denizlerin yüzde 1’lik payıyla mavi gezegenin en küçük deniz alanıdır. Bununla birlikte, dünya deniz taşımacılığının neredeyse yüzde 30’unun yanı sıra dünya deniz üzeri petrol taşımacılığının yüzde 20’sini kontrol ediyor. Üç kıta ve deniz havzaları olarak Karadeniz’le birlikte Hazar ve Tuna, Ege, Kızıldeniz, Basra ve Hint Okyanusu bu sularda buluşmaktadır.
Kıbrıs’ın, 19. Yüzyıl sonunda Süveyş Kanalı üzerinden Yeni Hindistan rotasının açılmasıyla jeopolitik değeri arttı. Bu değeri 20. yüzyıl ortasında İsrail’in kuruluşu daha da yükseltti. 21’inci yüzyıl başında Doğu Akdeniz’de deniz dibinde zengin hidrokarbon kaynaklarının bulunması bu değeri katladı.
Doğu Akdeniz tarihte olduğu gibi şüphesiz gelecek on yıllar içinde Türkiye’nin üzerinde çok yoğun emek ve kaynak harcayacağı bir jeopolitik çekim alanıdır. Bu alan KKTC ile birlikte 21’inci yüzyıldaki kaderimizi şekillendirecektir. Yapılacak bir hata gelecekte geri dönüşü olmayan sonuçlar yaratacaktır.
Bugün, Akdeniz, 1948 yılındaki İsrail Devletinin kurulmasından sonraki, belki de en kritik jeopolitik mücadele dönemine girmiştir. GKRY’nin AB üyeliği ile Suriye iç savaşı bu süreçte kritik iki kırılmayı oluşturmuştur. Akdeniz’e çıkışı olan sözde Kürdistan’ın kurulma gayretleri, İsrail’in stratejik güvenliğine katma değer sağlarken, İran ve Rusya ile Çin’i (Bir Kuşak Bir Yol girişimi üzerinden) güneyden kuşatacak sonuçlar yaratacaktır.
Diğer taraftan bölgesel güç haline gelen ve Atlantik sistem ile 15 Temmuz 2016 sonrası kendi lehine yeni bir denge arayışına giren Türkiye’nin dizginlenmesi ve Doğu Akdeniz deniz dibi kaynaklarının hegemon irade çerçevesinde Türk mavi vatanından pay çalarak sömürülmesi gibi hedeflere erişim stratejilerinde AB, ABD ve bu bloğu güçlü görerek peşine takılan Filistin dahil neredeyse tüm sahildarlar için en kritik coğrafya şüphesiz Doğu Akdeniz ve onun ayrılmaz parçası Kıbrıs olmuştur.
Üç boyutlu güvenlik tehdidi
Bu kapsamda Yunanistan ve GKRY üzerinden bölgeye yönelik hegemonik dış müdahaleler, Türkiye ve KKTC için elverişsiz jeopolitik koşullar yaratmaya ve Doğu Akdeniz’i Avrasya genelinde istikrarsızlığın ağırlık merkezlerinden birine dönüştürmeye devam etmektedir.
Bugün Türkiye’nin Akdeniz’deki jeopolitik geleceği, birbiriyle ilişkili üç boyutlu güvenlik tehdidi ile karşı karşıyadır. İlki, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarımıza yani mavi vatana yönelik tehditlerdir. İkincisi, İskenderun Körfezi üzerinden denize serbest çıkışı olan bağımsız sözde bir Kürdistan’ın kurulma gayretleridir. Üçüncüsü, KKTC’nin yani yavru vatanımızın geleceğidir. Hem anavatanı hem mavi vatanı ilgilendirmektedir. Bu üç sorun alanı da iç içedir. Birbirinden ayırmak mümkün değildir.
Birinci sorun alanı, Seville Üniversitesinin 2000’li yılların başında yayınladığı uluslararası deniz hukukunun tüm kural ve içtihatlarına meydan okuyan bir sözde sınırlandırma haritası ile başlamıştır. Bu harita, 2004’de Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin adeta deniz haydutluğu ile eş değerde ilan ettiği tek taraflı Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırlarına alt yapı temin etmiş, Güney Kıbrıs bu sınırları esas alarak 2007 yılında Kıbrıs adası güneyinde 13 alanda lisans verme sürecini başlatmıştır. Uluslararası hukuk açısından hiç bir değeri olmayan, tek taraflı ilan edilen bu harita, bugün ABD dahil tüm sözde NATO müttefiklerimiz tarafından tanınmaktadır.
Diğer bir deyişle Türkiye’nin mavi vatanının neredeyse üçte birlik bir kısmının yani, 150 bin km karelik bir alanın, Yunanistan ve GKRY tarafından gasp edilmesine NATO üyeleri onay vermektedir. Onaydan öte ABD, Fransa, İngiltere ve İtalya başta olmak üzere NATO devletleri ile İsrail ve Mısır, Türkiye’yi bu alanı tanımaya ve uluslararası hukuka saygıya davet etmektedirler.
Bu kapsamda GKRY ve Yunanistan ev sahipliğinde son iki yılda neredeyse her iki ayda bir yapılan çok uluslu müşterek tatbikatlarda, Türkiye karşıtı düşmanca senaryolar ve baskı diplomasisi fütursuzca uygulanmaya devam etmektedir. Bu baskılara ABD Kongresine sunulan Türkiye karşıtı kanun ve karar teklifleri ile AB Akdeniz Ülkelerinin (Med 7), AB Konsey ve Parlamentosunun artık alışkanlık haline gelen tehdit dolu Türkiye raporlarını da ekleyelim.
İkinci sorun, yani Akdeniz çıkışlı sözde Kürdistan hedefidir. Bu hedef zaten Sykes-Picot’dan bu yana 100 yıldır devam etmektedir. O dönem İngiltere ve Fransa iradesi vardı. Bugün onlara AB, ABD ve İsrail iradeleri eklenmiştir. Türkiye’ye rağmen böyle bir hedefe erişim mümkün değildir. Ancak mücadelenin uzun ve zorlu geçeceği de gerçektir.
Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz Independent Türkçe için yazdı
https://www.independentturkish.com/node/48556/t%C3%BCrkiyeden-sesler/21-y%C3%BCzy%C4%B1l-t%C3%BCrk-jeopoliti%C4%9Finin-a%C4%9F%C4%B1rl%C4%B1k-merkezi-do%C4%9Fu-akdeniz