2019 Türkiye Raporuna ilişkin temel bulgular

168

Siyasi kriterler

Darbe girişimi sonrası 15 Temmuz 2016 tarihinde ilan edilen olağanüstü hal (OHAL) rejimi, son uzatma süresinin bitmesiyle 18 Temmuz 2018 tarihinde son bulmuş, ancak hemen sonrasında TBMM, OHAL rejiminin birçok unsurunu üç yıl süreyle muhafaza etmeye yönelik bir kanunu onaylamıştır. Kanun, özellikle kamu görevlilerinin (hakimler dahil olmak üzere) ihraç edilmesi, gözaltı sürelerinin uzatılması, seyahat özgürlüğünün sınırlanması ve Hükümet tarafından atanmış il valilerinin yetkilerinin genişletilmesi gibi uygulamalar ile belli temel hakları kısıtlamıştır.

Darbe girişimini derhal ve güçlü bir şekilde kınamış olan AB, ülkenin demokratik kurumlarına tam desteğini yinelemiş ve Türkiye’nin böylesine ciddi bir tehdit karşısında vakit kaybetmeden ve orantılı biçimde harekete geçmesinin meşru bir gereklilik olduğunu teslim etmiştir. Ancak, darbe teşebbüsünden bu yana olağanüstü hâl altında alınan, çok sayıdaki ihraç, tutuklama ve gözaltı işlemleri gibi tedbirlerin geniş kapsamı ve toplu biçimde uygulanması ciddi endişe kaynağı olmayı sürdürmektedir.

OHAL süresince, sivil ve siyasi haklarla birlikte savunma haklarını sınırlayan ve soruşturma ve kovuşturmaların yapılabilmesi için polis ve savcı yetkilerini genişleten ve akademisyen, öğretmen ve kamu görevlileri dahil 152 bin devlet memurunun ihracını öngören 36 adet kanun hükmünde kararname yayımlanmıştır.

Anayasa Mahkemesi, OHAL sırasında tesis edilen hukuki yetkileri kullanarak kararnamelerin hukuki olup olmadığını inceleme yetkisine sahip olmadığı sonucuna varmıştır. TBMM bu kararnamelerden 32’sini incelemeye almıştır. Mayıs 2017 tarihinde Türkiye’deki resmi makamlar tarafından, tüm itirazları bireysel bazda incelemekle görevli Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu kurulmuştur.

Mayıs 2019 tarihi itibarıyla toplam 126.600 başvuru yapılmıştır. Komisyon, bunlardan 70.406’sını incelemiş, ancak itirazların sadece 5.250’si göreve iadeyle sonuçlanmış, 65.156’sı ise reddedilmiştir. Halihazırda 55.714 başvurunun sonuçlanması beklenmektedir. Başvuruların işleme alınma hızı, her bir dosyanın bireysel bazda incelenip incelenmediği konusunda endişe yaratmıştır. Duruşma yapılmadığından, genel anlamda başvuranlara usule dair bir güvence mevcut olmayıp; kararlar da, ilk ihraca ilişkin yazılı dosyalara dayanılarak verilmektedir. Bütün bunlar İnceleme Komisyonu’nun ne denli etkin bir yargı yolu olduğunu sorgulatırhale getirmektedir.

OHAL’in sona ermesiyle Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uluslararası Sivil ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (ICCPR) üzerindeki istisnalarıkaldırmıştır. Ancak, Nisan 2017 tarihinde Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından yeniden başlatılan tam izleme süreci devam etmektedir.

OHAL İnceleme Komisyonu’nun da ötesinde, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarına uygun olarak etkili bir iç hukuk yolu sağlama kapasitesi de ayrıca zarar görmüştür. İnsan Hakları Savunucuları dahil olmak üzere, öne çıkan davalılar lehine verilmiş olan birçok mahkeme kararı, bazı durumlarda yürütmeden gelen yorumların ardından, farklı ve hatta bazen aynı mahkeme tarafından hızla bozulmuştur.

Halihazırda birçok insan hakları savunucusu, sivil toplum aktivisti, medya mensubu, akademisyen, doktor, avukat, hakim, lezbiyen, gay, trans ve interseks birey (LGBTI) -kimi zaman haklarında herhangi bir iddianame olmaksızın- halen gözaltında tutulmaktave medya ile üst düzey siyasetiçilertarafından başlatılan karalama kampanyalarına maruz bırakılmaktadırlar. Temel hak ve özgürlükler alanında çalışan sivil toplum örgütlerinin hareket alanları daha da daralmış olup, ek idari engellerin getirilmesi bu daralmaya örnek olarak verilebilir. OHAL kapsamında kapatılan hak temelli kuruluşlara, el konulmalar [malları] hususunda herhangi bir hukuki çözüm yolu sunulmamıştır. TBMM iç tüzüğünde değişikliklerin yapıldığı Ekim 2018 tarihinden bu yana sivil toplum örgütleri, meclis komisyonlarındaki yasama istişare süreçlerinden dışlanmaktadır. Toplumla olabiliğince geniş ölçüde istişare yapılabilmesine yönelik kapsayıcı mekanizmalar bulunmamaktadır.

Türkiye, Avrupa Konseyi ve organlarının sunduğu temel tavsiyeleri henüz ele almamıştır. Suç iddialarının şeffaf prosedürler yoluyla ve bireysel temelde açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Bireysel cezai sorumluluk ancak güçler ayrılığı ilkesine, tam bağımsız bir yargıya ve her bireyin adil yargılanma hakkına tam saygı gösterilmesi yoluyla sağlanabilir.

Yeni başkanlık sistemiyle güç, yürütmenin elinde toplanmış ve TBMM’nin yasama ve denetim işlevleri büyük ölçüde kısıtlanmıştır. Temmuz 2018’den bu yana TBMM, büyük tartışmalara neden olan kendi iç tüzük değişikliği de dahil 17 mevzuat parçasını onaylamıştır. Bakanlar artık Milletvekillerinin huzuruna çıkmamakta ve soru önergeleri kendilerine ancak yazılı olarak iletilebilmektedir.

Özellikle Mart 2019’daki belediye seçimlerinin öncesinde iyice büyüyen siyasi kutuplaşma, parlamentoda yapıcı diyaloğun oluşmasına bir engel teşkil etmeye devam etmektedir. Başta Halkların Demokratik Partisi (HDP) olmak üzere muhalefetin marjinalleştirilmesine devam edilmekte ve birçok HDP milletvekili şu anda gözaltında bulunmaktadır. Yasama dokunulmazlığı sistemiyle ilgili uzun süredir varolan eksiklikler henüz giderilmemiştir.

Temmuz 2018 tarihli Başkanlık ve Parlamento seçimleri ve Mart 2019 tarihli Belediye seçimlerine güçlü bir katılım sağlanmıştır. Adaylar her ne kadar eşit şartlarda yarışmamış olsalar da, seçmenlerin gerçek anlamda bir seçme özgürlüğü olmuştur. Hükümete yakın kamu ve özel medya organlarının yoğun yayınları sayesinde iktidar partisi önemli bir avantajdan faydalanmıştır. Belediye seçimlerinin ardından Yüksek Seçim Kurulu, seçim öncesinde adaylıkları onaylanmış olmasına karşın, Türkiye’nin güneydoğusunda seçilmiş dört belediye başkanının ve belediye meclis üyelerinin görevi devralamayacaklarını ilan etmiştir. Kurum aynı zamanda İstanbul’daki Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerini iptal etmiş ve bu seçimlerin 23 Haziran’da tekrar edilmesine karar vermiştir. Yüksek Seçim Kurulu’nun İstanbul’daki seçimlerin yinelenmesi ve güneydoğudaki belediyelerde başkanlığın ikinci gelen adaylara verilmesi yönündeki kararları, seçim sürecinin hukuksallığına ve bütünlüğüne saygı ile kurumun siyasi baskılardan bağımsızlığı konusunda ciddi endişelere yol açmaktadır. Bunlar demokratik seçim sürecinin temel amacına, yani halk iradesinin tecelli etmesinin sağlanması ilkesine ters düşmektedir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin iptali ve yenilenmesi kararı muhalefet partileri tarafından büyük tepkiyle karşılanmıştır.

Başkanlık sisteminin tam olarak yürürlüğe girmesiyle yürütme ve devlet idaresi yeniden şekillendirilmiştir. Başbakanlık makamı ve bakanlıklardaki Müsteşarlık gibi bazı görevlerin kalkması da dahil olmak üzere, başkanlık sistemi, kamu idaresinin daha da fazla siyasileşmesine yol açmıştır. Cumhurbaşkanı artık düzenleyici kurumların birçoğunun başkanını görevlendirme yetkisine sahiptir.

Mart 2019 belediye seçimleri öncesinde, yerel siyasetçilerin tutuklanmaya ve görevden alınmaya devam edilmes ve kayyum atamaları ile söz konusu atamaların keyfiliği, seçmenleri yerel düzeyde temsil hakkından mahrum bırakmış ve yerel demokrasiye zarar verebilecek ciddi bir riskin oluşmasına sebep olmuştur.

Hükümet, sivil-asker ilişkilerini düzenleyen yasal çerçeveyi gözden geçirmiş ve yürütmenin ordu üzerindeki yetkilerini önemli ölçüde artırarak sivil gözetimi güçlendirmiştir. Anayasa değişiklikleri kapsamında Yüksek Askeri Mahkemeler fiilen ilga edilmiştir, ancak ordu ve istihbarat teşkilatlarının, TBMM nezdinde halen yeterli ölçüde hesap verebilirliği bulunmamaktadır ve güvenlik personeli geniş kapsamlı yasal korumadan faydalanmaya devam etmektedir. Meclisin Kolluk Gözetim Komisyonu halen etkin olamamaktadır. Askeri harcamalara ilişkin denetimlerin yasal çerçevesinde henüz iyileştirme yapılmamıştır.

Güvenlik ortamındaki iyileşmelere rağmen güneydoğudaki durumun yol açtığı zorluklar devam etmektedir. Halihazırda AB’nin terör faaliyetlerine karışan kişi, grup ve kuruluşlar listesinde bulunan Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) devam eden şiddet eylemlerine karş Hükumet tarafından yürütülen güvenlik operasyonları sürmektedir. Terörle mücadele hükümetin meşru hakkı olsa da, hükümet aynı zamanda bu mücadelenin hukukun üstünlüğüne, insan haklarına ve temel özgürlüklere uygun olarak yürütülmesini sağlamakla sorumludur. Terörle mücadelede alınan önlemler orantılı olmalıdır. Bazı yeniden yapılanma çalışmalarına rağmen, yerlerinden olmuş kimselerin yalnızca pek azı tazminat almıştır. Barışçıl ve sürdürülebilir bir çözüme ulaşmak için güvenilir bir siyasi sürecin yeniden başlatılması konusunda göze çarpan herhangi bir gelişme kaydedilmemiştir.

Türkiye, kamu yönetimi reformu alanında kısmen hazırlıklıdır ve kamu hizmeti ve insan kaynakları yönetimi alanlarında ciddi gerileme yaşanmıştır. Bu durum aynı zamanda politika alanındaki gelişmeleri ve hesap verebilirliği de etkilemiştir. Memurluk sisteminde yapılan değişiklikler idarenin daha da siyasileşmesine yol açmıştır. Üst düzey yönetici kadrolarailişkin, liyakata ve rekabete dayalı atamalar bir istisna olarak kalmaktadır. Usuller konusunda yaşanan ciddi eksiklikler, Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu’nun, ihraç edilen kamu görevlileri için ne kadar etkili bir hukuk yolu olduğu konusunda şüphelere yol açmıştır.

Türkiye’nin yargı sistemine dair hazırlıklar henüz başlangıç aşamasındadır. Bu alanda hala ciddi gerileme yaşanmakta ve önceki raporlarda belirtilen tavsiyelerin kabul edilmediği ya da uygulanmadığı gözlemlenmektedir. Hakim ve savcılar üzerindeki baskılar sürmekte olup çok sayıda hakim ve savcının, rızaları alınmadan görev yerleri değiştirilmeye devam etmiştir. Bu durum, yargının bağımsızlığını ve genel olarak kalitesini ve etkinliğini olumsuz yönde etkilemeye devam etmektedir. Mevcut sistem çerçevesinde yapılan geniş çaplı yeni hakim ve savcı alımları, işe alım ve terfilerde nesnel, liyakata dayalı, yeknesak ve önceden belirlenmiş kriterlerin bulunmamasına yönelik önlemlerin alınmaması nedeniyle endişe yaratmaktadır. Türkiye Adalet Akademisi, OHAL kapsamında kapatıldıktan sonra Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle tekrar kurulmuştur. Hakimlerin ve savcıların ihracının ve görev değiştirmeye zorlanmasının caydırıcı etkisi halen kendini belli etmekte ve yaygın bir otosansür riskini doğurmaktadır. Yargının yürütmeden bağımsızlığını temin eden yasal güvencelerin tekrar getirilmesi ya da Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) bağımsızlığının güçlendirilmesi için hiçbir önlem alınmamıştır. Ağustos 2018’de 2019-2023 dönemi için bir yargı reformu stratejisi ilan edilmiş, ancak henüz kabul edilmemiştir. Türkiye taslak strateji konusunda Avrupa Konseyi’ne ve AB Komisyonu’na danışmıştır.

Türkiye’de yolsuzlukla mücadele alanındaki çalışmalar henüz başlangıç aşamasındadır. Lağvedilen önleyici kurumların yerine Türkiye’nin de taraf olduğu BM Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmesi uyarınca bağımsız bir kurum oluşturulmadığı için bu alanda gerileme olmuştur. Hem yasal hem de kurumsal çerçeveler kamuoyunca bilinen yolsuzluk davalarının soruşturulması ve kovuşturulması aşamalarında yürütmenin usule aykırı bir biçimde müdahale edebilmesine müsaade etmeye devam etmektedir. Daha önceki yolsuzlukla mücadele stratejilerinde öngörülen mevzuat değişiklikleri yapılmamıştır. Kamu alımları mevzuatı halen AB müktesebatı ile uyumlulaştırılmamış ve kamu ihale kanunundaki istisnaların kapsamı daha da genişletilmiştir.Güçlü bir yolsuzlukla mücadele stratejisinin ve eylem planının olmayışı yolsuzlukla kararlı bir şekilde mücadele edecek siyasi irade eksikliğinin işaretidir. Daimi, işlevsel olarak bağımsız bir yolsuzlukla mücadele birimi mevcut değildir ve yolsuzlukla mücadele soruşturmalarını ele alacak uzmanlaşmış bir savcılık birimi bulunmamaktadır, çok az sayıda ihtisas mahkemesi bulunmaktadır. Genel olarak yolsuzluk yaygın ve endişe verici bir konu olmaya devam etmektedir.

Türkiye örgütlü suçlarla mücadele alanında belirli düzeyde hazırlıklıdır ancak ilerleme genel olarak sınırlıdır. Ülkenin siber suçlara, mal varlıklarına el konulmasına ve tanık korumaya ilişkin mevzuatını iyileştirmesi gerekmektedir. Türkiye’de veri koruma halen Avrupa standartlarında değildir ve Europol ile müzakere edilmekte olan operasyonel anlaşmanın uygulanmasını sağlamak için gözden geçirilmesi gerekmektedir. Türkiye suç gelirlerine el konulması konusunda daha geniş kapsamlı ve bütüncül bir yasal çerçeve geliştirmeli ve uygulamalıdır ve dondurulan varlıkları yönetme kapasitesini iyileştirmelidir.

Türkiye Göç ve İltica Politikası alanında iyi düzeyde ilerleme kaydetmiştir ve Mart 2016 tarihli AB-Türkiye Bildirisinin etkin şekilde uygulanması konusundaki kararlılığını sürdürmüştür. Bu Bildirinin yürürlüğe girmesini takiben Türkiye’den Ege adalarına düzensiz göçmen geçişi sayılarındaki azalma eğilimi Türk kolluk kurumlarının yoğun çabaları ile de desteklenmiştir. Türkiye ülkeye gelen en az 3.6 milyon kayıtlı Suriyeli mülteciye ve diğer ülkelerden gelen yaklaşık 370.000 kayıtlı mülteciye sağladığı muazzam ve daha önce eşi görülmemiş büyük insani yardım ve destek çalışmalarını sürdürmüş olup, böylelikle dünyadaki en büyük mülteci topluluğunu ağırlamaktadır. Türkiye vize serbestisi diyaloğu alanında kalan kriterlere ilişkin teknik çalışmaların yürütülmesi amacıyla yedi çalışma grubu oluşturmuştur. Bununla birlikte, Türkiye’nin vize politikasını AB ortak vize politikasına uyumlu hale getirme konusunda bir ilerleme kaydedilmemiştir.

İnsan Hakları ve Temel Özgürlükler alanında ciddi gerileme sürmektedir. Her ne kadar yasal çerçeve insan hakları ve temel özgürlüklere saygı konusunda genel güvenceler içerse de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarına uyumlu hale getirilmesi gerekmektedir. İfade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, usuli haklar ve mülkiyet hakkı alanlarında ciddi gerileme olmuştur. Olağanüstü Halin kaldırılmasından hemen sonra çıkarılan ve sivil toplum aktivistleri, insan hakları savunucuları, gazeteciler, akademisyenler ve diğerlerini suistimallere karşı koruyan önemli güvenceleri yürürlükten kaldıran mevzuatta herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Hakların uygulanması bu hak ve özgürlüklerin korunmasından sorumlu kamu kurumlarının parçalı yapısı, bağımsızlıklarının kısıtlı olması ve yargının bağımsız olmaması nedeniyle sekteye uğramaktadır. Sendikal haklar ciddi baskı altında olmaya devam etmektedir. Olağanüstü hal döneminde ağır insan hakları ihlallerine dahli olan kişilerin soruşturulması, yargılanması, cezalandırılması için hiç bir adım atılmamıştır. Olağanüstü hal karşıt yada alternatif görüşlerin bulunduğu alanı daraltmak için kullanıldığından toplum genelinde bir sindirme iklimi oluşmuştur. Aralık 2018 itibariyle cezaevlerinde iddianame hazırlanmasını bekleyen veya tutuklu yargılanan kişi sayısı 57000’dir ve cezaevi nüfusunun %20’sinden fazlasını oluşturmaktadır. Cezaevleri aşırı kalabalıktır ve koşullar kötüleşmektedir. İfade Özgürlüğü konusunda ağır kısıtlamalar devam etmiş, yazarların, sosyal medya kullanıcılarının ve halktan diğer kişilerin hatta çocukların Cumhurbaşkanına hakaret suçundan yargılanması çarpıcı bir biçimde artmıştır.Medya organlarının sahiplerine ilişkin şeffaflığın olmayışı yazı işleri yorumlarının bağımsızlığına gölge düşürmektedir. Romanlar kötü iskan koşullarında yaşamaya devam etmekte, sıklıkla temel kamu hizmetlerine erişimleri bulunmamakta ve sosyal yardımlaşmaya dayalı yaşamak durumundadırlar. Kentsel dönüşüm projeleri onların yerleşim alanlarını etkilemeye devam etmekte ve ailelerin tamamının yerinden edilmesine yol açmaktadır. En hassas gruplara ve azınlıklara mensup kişilerin haklarının daha iyi korunmasına ihtiyaç vardır. Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, ayrımcılık, azınlıklara karşı nefret söylemi, nefret suçları ve LGBTI bireylerin insan haklarının ihlali halen ciddi endişe yaratan konulardır.

Türkiye Kıbrıs konusunda müzakerelerin muhtemel yeniden başlangıcı için BM’nin paydaşlarla istişarelerde bulunma konusundaki yenilenen çabalarını memnuniyetle karşılamıştır. Kıbrıs açıklarında hidrokarbon aramalarının yapılması olasılığı etrafında, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kıbrıs Münhasır Ekonomik Bölgesindeki hidrokarbon kaynaklarını kullanma hakkını sorgular şekilde Türkiye tarafından atılan adımlar ve yapılan açıklamalar nedeniyle bölgede gerilim artmıştır. 2019 Mayıs ayında Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti Münhasır Ekonomik Bölgesine askeri gemiler eşliğinde bir sondaj platformu göndermesi gerilimi daha da arttırmıştır. Avrupa Komisyonu 2018 Mart ayında Avrupa Birliği Konseyi’nin Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Ege Denizi’nde devam eden yasa dışı adımlarını güçlü bir biçimde kınayan açıklamasını hatırlatır. Açıklama ayrıca Türkiye’nin uluslararası hukuka ve iyi komşuluk ilişkilerine saygı göstermesi gerektiğini anımsatmış ve Türkiye’nin, Kıbrıs’ın AB ve uluslararası hukuktan kaynaklanan doğal kaynakları arama ve kullanma egemen hakkına saygı göstermesi çağrısında bulunmuştur. 2019 Mart ayında AB Türkiye’ye uygun bir biçimde ve Kıbrıs ile tam dayanışma içinde karşılık vereceği bu tür gayri hukuki fiillerden imtina etmesi çağrısında bulunmuştur.

AB, AB üyesi devletlerin BM Deniz Hukuku Sözleşmesi de dahil olmak üzere AB müktesebatı ve uluslararası hukuktan doğan doğal kaynaklarını arama ve kullanma ve bu amaçlı ikili anlaşma yapma haklarını tekrar tekrar vurgulamıştır. Türkiye halen AB-Türkiye Ortaklık Anlaşmasının Ek Protokolünün tam ve ayrım gözetmeksizin uygulanmasına ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmemiş ve Kıbrıs’a doğrudan ulaştırma hatlarına getirdiği kısıtlamalar da dahil malların serbest dolaşımı konusundaki tüm engelleri kaldırmamıştır. Kıbrıs Cumhuriyeti ile ikili ilişkilerin normalleştirilmesi konusunda herhangi bir ilerleme kaydedilmemiştir.

Yunanistan ile göç konusunda operasyonel işbirliği devam etmiştir. Ancak, Ege Denizi ve Doğu Akdeniz’deki gerilimler, iyi komşuluk ilişkilerine hizmet etmemiş ve bölgesel istikrar ve güvenliğe zarar vermiştir. Bazı AB üyesi devletlerle, özellikle Avusturya, Almanya ve Hollanda ile ikili ilişkilerde iyileşme kaydedilmiştir. Hollanda ve Türkiye ilişkilerini normalleştirmişlerdir. Yunanistan ve Kıbrıs’ın karasuları ve hava sahalarıTürkiye tarafından mükerrer ve artan şekilde ihlal edilmiştir. Bir başka önemli sorun kaynağı da kara sınırında devriye gezen iki Yunan askerinin altı ay süreyle gözaltında tutulması olmuş; ancak askerilerin Ağustos 2018’de salıverilmeleri ve ardından Yunanistan Başbakanı’nın Şubat ayındaki Türkiye ziyareti sonrasıilişkilerdeciddi bir iyileşme kaydedilmiştir.

Bu bağlamda AB bir defa daha ciddi endişe duyduğunu ifade etmiş ve Türkiye’ye, herhangi bir Üye Devlete karşı bir tutuma veya tehdite veya iyi komşuluk ilişkilerini ve anlaşmazlıkların barışçıl çözümünü zedeleyecek herhangi bir sürtüşme ya da tutum içine girmekten kaçınması çağrısında bulunmuştur.

Ekonomik kriterler

Türk ekonomisindeki ciddi gerileme devam etmiş ve ülkenin piyasa ekonomisinin işleyişi konusunda daha derin endişelere yol açmıştır. 2018 yılında, dış finansman şartları konusunda yaşanan belirgin kötüleşme, yıllar içinde büyüyen zaafiyetlerin meydana çıkmasına sebep olmuştur. Buna tepki olarak Türk makamları piyasaların işleyişini olumsuz yönde etkileyen, daha da önemlisi fiyat oluşumuna müdahale ederek ve dövizin serbest kullanımına sınırlamalar getirerek, bir dizi politika hamlesinde bulunmuştur. Kilit ekonomik kurumların bağımsızlığına ilişkin endişeler derinleşmiştir. Cari açık, 2018 yılının ilk yarısında, ekonominin zayıflaması ve liranın değer kaybetmesi sonucu yapılan kuvvetli bir düzeltme çalışmasından önce, zirveye çıkmıştır. Döviz krizi ve yıllarca süren yüksek kredi büyümesi, yüksek parasal büyüme ve düşük reel faiz oranlarının ardından enflasyon oranı, hedeflenen aralığın üst bandının büyük ölçüde üstüne çıkarmıştır. Devlet yardımlarında şeffaflığın artırılması konusunda bir ilerleme olmamıştır.

AB içindeki piyasa güçleriyle ve rekabetçi baskılarla başa çıkmak hususunda Türkiye bir miktar ilerleme kaydetmiştir ve iyi bir hazırlıklılık seviyesindedir. Türkiye, ticaret ve yatırım noktasında AB piyasasıyla iyi bir enetgrasyon içindedir. Enerji sektöründe iyileştirmeler yapılmış; fiziksel sermaye, araştırma-geliştirme ve eğitime yönelik harcamalar konusunda bazı ilerlemeler sağlanmıştır. Ancak eğitim kalitesi ve toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda bazı sorunlar devam etmektedir.

AB mevzuatı

Her ne kadar sınırlı bir hızla da olsa, Türkiye AB müktesebatına uyum sağlamaya devam etmiştir. Sermayenin serbest dolaşımı, kamu ihaleleri, rekabet, bilgi toplumu, ekonomi ve para politikası ve dış ilişkiler alanlarında bir dizi temel hususla ilgili olarak daha fazla gerileme görülmüştür. Türkiye, şirketler hukuku, trans-Avrupa ağları ve bilim ve araştırma konusunda oldukça ileri seviyededir ve malların serbest dolaşımı, fikri mülkiyet hukuku, mali hizmetler, işletme ve sanayi politikası, tüketici ve sağlığın korunması, gümrük birliği ve mali kontrol alanlarında oldukça hazırlıklıdır. Türkiye, kamu alımları konusunda, uyuma ilişkin önemli boşluklar söz konusu olması nedeniyle, kısmen hazırlıklı durumdadır. Türkiye aynı zamanda, her yönüyle daha fazla çabaya ihtiyaç duyulan, sermayenin serbest dolaşımı, istatistik, enerji, vergilendirme, ekonomik ve parasal birlik, bölgesel politika, eğitim ve kültür, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ve ulaştırma politikası alanlarında kısmen hazırlıklıdır. Türkiye, daha kapsamlı ve iyi koordine edilmiş politikalarının oluşturulmasına ve uygulanmasına halen ihtiyaç bulunan rekabet, tarım, gıda güvenliği, veterinerlik ve bitki güvenliği politikası, sosyal politika ve istihdam, çevre ve iklim değişikliği alanlarında belirli düzeyde hazırlıklıdır. Her alanda mevzuatın uygulanmasına daha çok özen gösterilmesi gerekirken, birçok alanda da, AB müktesebatıyla uyum sağlanması, düzenleyici makamların bağımsızlığının güçlendirilmesi ve idari kapasitelerinin artırılması için önemli düzeyde ilerlemeye ihtiyaç duyulmaktadır.

Önemli tarihler

Eylül 1959: Türkiye ortak üyelik için Avrupa Ekonomik Topluluğuna başvuruda bulundu (AET).

Eylül 1963: Ekonomik işbirliğinin arttırılmasını ve Türkiye ile AET arasında Gümrük Birliği yapılmasını amaçlayan Ortaklık Anlaşması imzalandı.

Nisan 1987: Türkiye Avrupa Ekonomik Topluluğuna üyelik için resmi başvuruda bulundu.

Ocak 1995: Türkiye ve AB arasındaki anlaşma ile gümrük birliği oluşturuldu.

Aralık 1999: Türkiye, AB Konseyi tarafından aday ülke olarak tanındı.

Aralık 2004: AB Konseyi Türkiye ile katılım müzakereleri başlatma kararı aldı.

Ekim 2005: Katılım müzakereleri başlatıldı.

Aralık 2006: Konsey, Türkiye Ortaklık Anlaşması’na ek protokolü eksiksiz ve ayırım gözetmeden uygulama yükümlülüğünü yerine getirinceye kadar, 8 müzakere başlığının açılamayacağına ve hiçbir başlığın kapatılamayacağına karar verdi.

Mayıs 2012: Avrupa Komisyonu ve Türkiye Pozitif gündemi uygulamaya koydu.

Aralık 2013: Vize serbestisi diyaloğunun başlatılmasına paralel olarak, AB ve Türkiye arasında Geri Kabul Anlaşması imzalandı.

Ekim 2014: AB ve Türkiye arasında Geri Kabul anlaşması yürürlüğe girdi.

Mart 2015: Avrupa Komisyonu ve Türkiye üst düzey enerji diyaloğunu başlattı.

Mayıs 2015: Avrupa Komisyonu ve Türkiye 20 yıllık Gümrük Birliği Anlaşmasını modernleştirme ve AB-Türkiye arasındaki ikili ticaret ilişkilerini geliştirme kararı aldı.

Kasım 2015: AB-Türkiye Liderler Toplantısı kapsamında iki taraf, Türkiye’den AB’ye yönelik düzensiz göçün sona erdirilmesi amacıyla bir Ortak Eylem Planının, AB standartları ve uluslararası standartlar ile tam uyum içerisinde, uygulamaya konulması hususunda mutabık kaldı.

Aralık 2015: Ekonomik ve parasal politika konusundaki 17. Başlık müzakerelere açıldı.

Ocak 2016: AB-Türkiye üst düzey siyasi diyalog ve üst düzey enerji diyaloğu toplantıları gerçekleştirildi.

Mart 2016: AB ve Türkiye, Kasım 2015 tarihli Ortak Eylem Planı doğrultusunda ortak bir Bildiri üzerinde anlaşmaya vardı.

Nisan 2016: Birinci AB-Türkiye üst düzey ekonomik diyalog toplantısı gerçekleştirildi; 18 Mart 2016 tarihli AB-Türkiye Bildirisi’nin uygulanmasına ilişkin ilk Rapor yayınlandı.

Mayıs 2016: Vize serbestisi yol haritasında belirtilen koşulların Türkiye tarafından karşılanmasını değerlendiren üçünü İlerleme Raporu yayımlandı.

Haziran 2016: Mali ve bütçesel hükümler konusundaki 33. Başlık müzakerelere açıldı.

Eylül 2016: AB-Türkiye üst düzey siyasi diyalog toplantısı gerçekleştirildi.

Aralık 2016: Komisyon, Türkiye ile Gümrük Birliği’nin modernleştirilmesine ilişkin müzakerelerin başlatılması konusunda bir teklif kabul etti.

Mayıs 2017: Brüksel’de AB-Türkiye liderler toplantısı yapıldı.

Temmuz 2017: AB-Türkiye üst düzey siyasi diyalog toplantısı gerçekleştirildi.

Kasım 2017: Birinci AB-Türkiye üst düzey ulaştırma diyalog toplantısı gerçekleştirildi.

Aralık 2017: AB-Türkiye üst düzey ekonomik diyalog toplantısı gerçekleştirildi.

Mart 2018: Bulgaristan’ın Varna kentinde AB-Türkiye Liderler toplantısı gerçekleştirildi.

Nisan 2018: 77. AB-Türkiye Karma Parlamenterler Komitesi Brüksel’de toplandı.

Kasım 2018: AB-Türkiye yüksek düzey siyasi diyaloğu Ankara’da gerçekleştirildi.

Aralık 2018: 78. AB-Türkiye Karma Parlamenterler Komitesi Ankara’da toplandı.

Ocak 2019: AB-Türkiye yüksek düzeyli ulaştırma diyalog toplantısı Ankara’da gerçekleştirildi.

Şubat 2019: AB-Türkiye yüksek düzeyli ekonomi diyalog toplantısı İstanbul’da gerçekleştirildi.

Mart 2019: 54. AB-Türkiye Ortaklık Konseyi toplantısı Brüksel’de gerçekleştirildi.